Muğlak
Onca insanlık borcumuz var… Bunların hepsini biz
biriktirdik. Vadesi çoktan geçen bu borçları biz bekletiyoruz. Ne kadar
zenginleşsek de bizzat biz ödemiyoruz. Sözde üzülmelerimiz, sözde ince
düşünmelerimiz, sözde merhametimiz, sözde diğerkâmlığımız bu borcu sildirir
sanıyoruz. Bizler, hepimiz komşusunun eşeğini ıslık çalarak arayan adamların ta
kendileriyiz. Ama düşünceli tavırlarımızdan da mahrum bırakmayız hani mağduru.
Ne kadar iyi yürekli insanlarız biz böyle! Evet, bir sorun da buradan patlak
veriyor ya. Başkalarına faydası dokunmaz ama iyidir. Yürek diyorum. İçinde manaya
dair ne kadar ne vardır ki bilinmez? Yüreğin diyorum. Ama güzel görünür
dışarıdan. Hani cilalı, boyalıdır. İçinin fosluğunu boş ver azizim, insanlar
efendi beyefendi bir iki güzel bir-iki güzel şey söyleyecek ya önemli olan
budur. Yüreğe diyorum. Ama nerede mücadele, nerede hakikat, nerede anlam,
nerede sonsuzluk, nerede derinlik, nerede merhametin ta kendisi, nerede
buz dağlarını bile eriten o sevgi, nerede hatadan pişmanlık ve bu pişmanlıkla kahroluş,
nerede Mevlana gibi kapılar açış, nerede yaratılana Yunus gibi bakış, nerede
arayış, nerede buluş ve nerede -en azından bir davranış şekliyle bile
olabilecek- geriye bir şeyler bırakış, belki insanlığa, belki birkaç insana,
belki de bir insanın hayatındaki tek bir ana… Evet, son yanlışımdan dolayı da
pişman olacağım ama biliyorum, çok daha önceden nedametle yanıp kavrulmam
gereken ayıplarım var. Şu derdimeyse üzülmeye hakkım yok. Hatta dert bile
dememeliyim. Çünkü bu nankör benliğim edinmemiş ki asıl dert edinilmesi
gerekeni önceden. Kuruntumu bir kenara fırlatıp atmalıyım. Çünkü bu dünyadaki hiçbir
dert ne Ortadoğu’nun ne de Afrika’nın derdinden büyük değil. Ve burada çamura
düşen o altın kadar kıymetli ve bütün insanlığı doyurabilecek bir servet de
yok. Bu dertleri dert edinmedikçe insan olabilmeyi bekleyemem kendimden. Ve
şüphe yok ki insan olmak gerek.
Tezek...
Hiç yorum yok: