Son Paylaşımlar
recent

Türk-Afgan Gönüldaşı Mevlana

Türk-Afgan Gönüldaşı Mevlana

Bu yazıyı yazma amacımız, tamamen gönüllerle ilgili. 
Gönül her zaman kendine yakın kendine sıcak bir varlığı arar. Ve yaratılmışların en üstünü olan insan da, gönüllerin birleşmesini, bütünleşmesini, sevgilerin destanlara, başarıların zaferlere, en sarsılmaz duygularının kitaplara dönüşmesini sağlayan yüce varlıktır.
İnsan sever, sevmesinin sebebi sevmeyi sevmesidir. Sevgiye, ilgiye, muhabbete yakınlığa her zaman muhtaçtır insan.

Bunun sebebi, ruhunun derinliklerinde, en mükemmeli arama çabasıdır.
Bu nedenleri bildiğimiz için, biz de dünyaya büyük bir örnek olmuş Mevlana’yı; Türk-Afgan ilişkilerinde büyük bir bağlayıcı unsur olarak görme sebebimizdir. Mevlana’ya sahip olduğumuz saygınlığımız kadar, Afgan milletinin, Afgan kardeşlerimizin de bağlılığı oldukça aşikârdır.
Bu nedenle bu makalemizi Türk-Afgan ilişkilerini bir adım olsun ileri taşımak ve gönülleri pekiştirmek ümidiyle sizlerin huzuruna sunuyoruz… 


Mevlana Kimdir ?

Türk-Afgan Gönüldaşı Mevlana
Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.

Sultân’ül-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü vefat etmiştir. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu.




2007 Mevlana Yılı
2007 Mevlana YılıMevlana'nın doğum yılı olan 30 Eylül 1207 tarihi oluşuna dolayısıyla, Türkiye, Afganistan ve Mısır'ın teklifi üzerine, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 800'üncü doğum yılı olan 2007 yılının "Mevlana Yılı" olarak anılmasını kararlaştırdı. UNESCO bilindiği üzere dünyanın en önemli kuruluşlarından biridir. Birleşmiş Milletleri aynı çatı altında barındıran UNESCO Mevlana’yı, insanlık yolunda  düşüncelerini benimsemiş ve 2007 yılını ‘Mevlana Yılı’ ilan etmiştir.

Bu küçük örnek dahi Mevlana’nın farklı iklimlerde, farklı coğrafyalarda ne de güzel rüzgârlar estirdiğinin büyük bir göstergesidir.


Mevlana için merak edilen sorularını cevaplamadan önce, dillere destan ve gönüllerin en ücra köşelerine işlemiş, sadece bu toplum değil cihanın dört bir tarafında sesini duyurmuş yedi öğütünü hatırlayalım…


Mevlana'nın Yedi Öğüdü:

1.  Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2.  Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3.  Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4.  Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5.  Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.

6.  Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
7.  YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL. 


Türk-Afgan Gönüldaşı MevlanaMevlana’nın Ana ve Babası Kimdir?
Babası Sultanu’l ulama (Bilginlerin sultanı) diye tanınan Bahattin Velet’tir. Annesi ise Mümine Hatun’dur.
Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. Annesi Mümine Hatun ise Harzemşahlar İmp. hanedanından gelme bir prensestir.


Mevlana’nın Eş ve Çocukları Kimlerdir?

Mevlana, daha 18 yaşında iken Karaman’da babası tarafından Semerkandlı Hace Şerafettin’in kızı Gevher Hatun’la evlendirilmiş ve bu evlilikten iki erkek evladı olmuştu. Bunlardan ilk oğlu Sultan Veled, ikinci oğlu ise Alaeddin’dir. Ancak Alaeddin, daha Mevlana hayatta iken 1262 yılında vefat etti. Mevlana birinci karısının vefatından sonra Konya’da Kerra Hatun’la evlendi. Bu evlilikten ise Muzafferüddin Alim Çelebi ile Melike Hatun dünyaya geldi.


Mevlana Kimlerden Ders Aldı?
Mevlana, ilk eğitimini babasından aldı. Babası, çağının en büyük bilginlerindendi. 12 Ocak 1231’de babasının ölümü üzerine, eğitimini Burhanettin Tirmizi’nin yanında sürdürdü. Mevlana babasından Fen ve Din ilimleri, Tirmizi’den de Tasavvuf ilmini öğrendi. Onun hayatında dönüm noktası olan diğer bir âlimse Şemsi Tebziri’dir.

Mevlana’nın Babası, Horasan’dan Anadolu’ya Niçin Göç Etmiştir?
Harzemşahlar, Bahattin Velet’in manevi nüfuzundan çekinirlerdi. Bir süre sonra bu yüzden araları açıldı. Bunun üzerine Bahattin Velet, Belh’ten ayrılmak zorunda kaldı. O sıralarda Mevlana, daha küçük bir çocuktu. Babası ile birlikte, İran’dan, Bağdat’tan geçerek Hicaz’a geldi. Daha sonra, Şam yoluyla, Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’daki Selçuklu İmparatorluğunun ihtişamlı bir çağıydı. Bahattin Velet, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’da çok büyük bir saygıyla karşılandı. Mevlana yirmi dört yaşlarındaydı.




Mevlana’nın Hayatındaki En Önemli Kişi Kimdi?
Mevlana’nın Hayatındaki En Önemli Kişi Kimdi?

1244 yılında Konya’ya Tebrizli Mehmet Şemsettin adında bir derviş geldi. Bu esrarlı kişinin Pek yüksek duyguları ve görüşleri vardı. Tebrizli Şems’in Konya’ya gelişi Mevlana’nın hayatını büsbütün değişik bir yöne yöneltti. Mevlana o sıralarda 37 yaşlarındaydı. O güne kadar Mevlana; ciddi, ağır başlı büyük bir bilgin olarak tanınmıştı. Büyük bir fikir adamıydı. Tebrizli Şems’in gelişi ise Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etti ve onu bir gönül adamı haline getirdi.


Şems-i Tebriz’i, Konya’dan Neden Kaçtı?

Şems-i Tebriz’i, Mevlana’nın duygu dünyasını alt üst etmiş ve onu bir gönül adamı yapmıştır. Şems, Mevlana’daki deha ateşini büsbütün tutuşturdu.  Mevlana, Şems’ten başka herkesi ihmal etmeye başlamıştı. Bu durum, kendisini sevenleri de, çömezlerini de son derece üzüyordu. hatta Şems’i ölümle bile tehdit etmekten geri kalmadılar. Bu durumdan sıkılan Şems de, 1246 yılında, Konya’dan gizlice Şam’a kaçtı.


Şems-i Tebriz’i Konya’ya Geri Döndü mü?

Mevlana, Şems-i 15 ay süren sohbetine dayanamamıştı. Onun gitmesiyle perişan oldu. Bu sonucu beklemeyen çömezleri ise, yaptıklarına pişman oldular. Şems’in Şam’da olduğunu biliyorlardı. Mevlana, dönmesi için ona birçok mektup yazdı. Sonra da, oğlu Sultan Velet’i 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gönderdi. Mevlana’nın mektuplarıyla Şems, yumuşayarak, ayrılmasından 9 ay sonra 1246 yılında Konya’ya dönmeye razı oldu.

Daha Sonra Şems Nereye Gitti?

Mevlana, Konya’nın en yüksek, en aydın tabakası ile birlikte Şems’in meclisine devama başladı. Mevlana artık ne ders ne de vaaz veriyordu. Kendi iç dünyasına dalmıştı. Öğrencileriyle çömezleri bu durumdan da hoşnut olmadılar. Bu kuvvetli hoşnutsuzluk karşısında Şems, 1247 yılında ansızın ortadan kayboldu. Bu esrarengiz gidiş, hiçbir zamana aydınlanamadı.

Mevlana Nerede ve Ne Zaman Öldü?
Mevlana Nerede ve Ne Zaman Öldü?

Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde 66 yaşındayken Konya’da öldü. Hastalığı, yüksek ateş yapan bir karaciğer rahatsızlığıydı. Cenazesinde, bütün Konyalılarla birlikte Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı. Türbesini Selçuklu veziri Alemettin Kaysar yaptırdı. Mevlana’nın ölüm anına, Şeb-i arus (Düğün gecesi) denir. Bu gece, aşığın maşuğa (Allah’a) kavuştuğu gecedir.



Mevlana ve Şems-i Tebriz-i

Bu konu Mevlana’nın toplumları etkileyip bağlayabilmesinin, bu üstün yeteneğinin nereden geldiğinin bir cevabıdır. Mevlana Şems-i Tebriz-i ye her zaman sevgi ve muhabbet beslemiştir. Bu durum pişmesine, sebep olmuştur. Pişmiş ve toplumları pişirme yolunda büyük adımlar atmıştır.

Şems-i Tebriz-i’nin Mevlana’ya olan tesirleri bugüne kadar çok tartışılmış, çok yazılıp çizilmiştir. Ancak bu tesirin sanıldığı kadar tek taraflı olmadığı bugün daha iyi ortaya çıkmakta ve anlaşılmaktadır. Hatta bu kabına sığmayan mücessem cezbe abidesini Mevlana kendine bağlayabilmiş ve Konya’ya yerleşmesine bile ön ayak olmuştur. Dolayısıyla, Mevlana’nın da Şems-i Tebrizi’yi etkilediğini kabul etmek gerekir.Fakat Mevlana’da kalenderliğe karşı sempati uyandıran ve eserlerinde bu sempatinin defalarca dile gelmesine sebep olan da Şems-i Tebriz-i dir. Ancak bizim söylemek istediğimiz, Şems-i Tebriz-i’nin Mevlana’yı Mevlana yapan tek etken olmadığıdır.


Mevlana, Şems-i Tebrizi’de gördüğü kalenderane tavra hayrandır. Onun derin melamet felsefesinden kaynaklanan dünyaya zerrece değer vermeyen, dünyanın peşinden kendini harap edercesine koşan insanlara karşı takındığı o tepeden bakış tavrına hayrandır.



Mevlana’nın Toplumlar İçin Önemi

Mevlana’nın Toplumlar İçin Önemi
Bu konuya açıklık getirebilmek için, öncelikle kültürün bir incelemesini yapmak gerekir. Kültürün genel olarak iki tanımı var, evrensel ve toplumsal tanımı. Her topluluğun sahip olduğu temel var oluş biçimine bağlı bir yaşama biçimi vardır. Kültür bu yaşama çevresinde oluşur ve insanlar bu kültürün içselleştirilmesi ile aynı ruhsal yapıyı taşır, o toplumun kişisi olur. Aslında kültür, anlayışı geliştiren bilgilerin bütünüdür. Kültürün yansıması veyahut yansıyan kültürün kişilikleri meydana getirmesi tarihte çokça görülen bir örnektir. Mevlana bu konuyu tam manasıyla ortaya koymaktadır. Doğduğu yer, eğitim gördüğü yer, adının ait olduğu dil, eserlerini ortaya koyduğu dil ve vefat ettiği yer farklı olmasına rağmen, birçok toplumun kültürüne büyük katkıları olmuştur. Çünkü onun dünya  görüşünde yedi öğütünün bana göre altın dişlisi olan   ‘Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol…’ sözü, tüm toplumların kültürünü ayna olmuş, tıpkı Anadolu’nun o tarih kokan temiz,  Anadolu insanının dokumuş olduğu kilimler gibi en ince şekilde gönülleri de dokumuştur. Çünkü bu şahsiyet Mevlana’dır...

Anadolu ve Ortadoğu da çeşitli etkilerden dolayı barış ve hoşgörü ortamı, milletler ve kıtalar arası bir ilim ve sanat hayatı oluşturmuştur ki, Belh’ de , Buhara ve Semerkand’ da yazılan bir eser, bir yıl sonra İşbiliye’de okunmuş, Gırnata’ da ve Kayrevan’ da yazılan bir eser, az vakit sonra İran ve Hint medreselerin de tartışılmıştır. İşte bu durum Mevlana’nın düşüncelerinin bir anda birçok bölgede yayılmasını sağlamış ve toplumlar için büyük önem arz etmeye başlamıştır…


Bilindiği üzere Mevlana eserlerinin büyük bölümünü Farsça vermiştir. Celaleddin Rumi’nin, eserlerini farsça yazmasının iki önemli nedeni vardır: Birincisi, o bölge şehirlerindeki şairler, düz yazı yazan edebiyatçılar, felsefeciler gibi bilim adamları arasında, medreselerde farsça yaygındı. Oralardaki dersler genellikle farsça yapılıyor, eserler farsça yazılıyordu hatta devletlerin resmi yazışmalarında farsça kullanılıyordu. Bilindiği gibi bu gelenek, Anadolu Selçukluların veziri Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277 yılında Türkçeyi resmi dil ilan edişine kadar Anadolu Selçuklularında da sürmüştür.

Bu konu üzerin de bir durumun daha üstünde durmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Mevlana Mesnevi’sinin ilk kopyaları ölümünden sonraki üç dört yıl içinde ilk olarak Hindistan ve Pakistan’da yapılmış, Mevlana ve Mesnevi kısa sürede tüm Hint Yarımadasındaki bilgin kişilerce tanınmıştır.

Anlatmak istediğim husus şudur, yazın dünyasının güzide insanları… Mevlana bu felsefe, fen ve ilim akarsularını öyle devasa bir okyanusta topluyordu ki anında Anadolu ve Hint Yarımadasında etkisini göstermeye başlamıştır. Farklı dillere çevrilen eserler, nesilden nesle büyük bir özveriyle taşınmış ayrıca ruhun en ücra köşelerini dahi besleyen bir pınar haline gelmiştir. Masivayı öyle güzel bir şekilde işlemiştir ki Mevlana, insanı diyardan diyara götüren düşünceleri insan belleğine kazımıştır adeta. O insanlığı sevmiş ve bu asil milletin yetiştirdiği asil liderlere de örnek olmuştur. İnsanı sevmesi, insanların onu sevmesine sebep olmuştur. Bu yüzden de insanlık onu gönüllerin gül otaklarında misafir etmiştir.

İşte Mevlana’nın ne kadarda büyük bir alana hitap ettiğini görmekteyiz. Etkileri yüzyıllardır devam eden bir kelebek etkisiyle günümüze kadar gelmiştir. Toplumlara öncülük eden liderlere kadar katkı sağlamıştır Mevlana.


O cidden ayağının birini pergel misali, bulunduğu noktada tutmuş inandığı değerlerden ayrılmamış kültürünü, kültürümüzü göndere çekme hedefiyle, diğer ayağıyla toplumları, Doğu olsun Batı olsun farketmeksizin toplumların adeta gönüllerine işlemiştir.




Geçmişten Bugüne Türk Afgan İlişkileri

Geçmişten Bugüne Türk Afgan İlişkileri Türklerin Afganistan ile ilişkileri; Gazneli Mahmut döneminde (999-1030) başlamış, Selçuklulardan sonra 1762 yılında Osmanlı Sultanı III. Mustafa ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Padişah II. Abdülhamit zamanında da devam etmiştir. I. Dünya Harbi sonrasında 1918 yıllarında, Türkiye-Afganistan arasındaki dostluğun gelişmesinde Enver Paşa ve Cemal Paşaların bilhassa Afgan ordusunun teşkilatlandırılmasında katkıları olmuştur.

1920 yıllarından itibaren Atatürk’le Afganistan Kralı Amanullah Han arasında Türk-Afgan ilişkileri daha da gelişmiş, 1 Mart 1921 tarihinde iki ülke arasında imzalanan Türk-Afgan İttifak Antlaşması ile Ankara Hükümetini ilk tanıyan ülke Afganistan olmuştur. Atatürk, Afganistan’ın; Türklerin dünyaya ve Asya Kıta’sına doğrudan açılan kapısı olduğunu, tarihten gelen bağlarının bulunduğunu değerlendirmiş ve bu nedenle bu ülkeye yakın ilgi göstermiştir.

Atatürk döneminde en yüksek seviyeye çıkan Türk-Afgan ilişkileri, ikinci dünya harbi ile birlikte Afganistan, Sovyetler Birliğinin nüfuz ve etkisine girmesi ile birlikte zayıflamaya başlamıştır. 1979 yılı Aralık ayı sonlarında ülke toprakları tamamen Rus devleti kontrolü altına girmiş, bu tarihten sonra da Afganistan sürekli olarak dünya gündemini meşgul etmeye başlamıştır.

Afgan halkının, bugün bile Türkiye ve Atatürk’ten saygıyla bahsetmeleri, Osmanlı döneminin son zamanları dâhil, Türkiye’nin bilhassa Atatürk döneminden bugüne kadar Afganistan’ın güvenliği, imarı ve kalkınması için sağlık, eğitim, insani yardım, askeri, sosyal ve kültürel alanlarda yardımlarını karşılıksız olarak sürdürmesindendir.

Türkiye Cumhuriyeti, bundan sonra da dost ve kardeş Afganistan Devleti ile dostluğunu ve yardımlaşmasını devam ettirmelidir. Tarihten gelen Türk-Afgan yakınlığının daha da güçlü bağlarla oluşmasına yardımcı olmak, hiçbir çıkar kavgası olmayan ve bağımsızlığına düşkün bu iki kahraman ulusun görevi olmalıdır.

Bu şanlı iki millet dünyaya her zaman büyük örnek olmuş, küllerinden nasıl olurda doğulur sorusuna düşmanlarına tokat gibi cevaplarla her zaman göstermiştir.


MEVLANA VE ATATÜRK
Atatürk’ün Hz.Muhammed’e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Mevlana’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Mevlana’ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir: “Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Mevlana
düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçidir…”
O birçok kez dinin insanlık tarafından gerçek boyutlarıyla anlaşılmadığını belirtirken, Mevlana’nın da yanlış ve eksik yorumlandığına da temas etmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya’ya yaptığı toplam dokuz ziyareti sırasında her sefer önce Mevlana’nın makamının bulunduğu Türbe-i Saadeti ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan yasa sırasında Mevlana’nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık alemine açık halde kalmasını sağlamıştır.

İşte Ulu Önderin örnek alacağı kişi ancak böyle Ulu biri olmalıdır ki, kararlarını tam isabet ile gerçekleştirmiş olsun. Atatürk’ün Mevlana sevgisini ve saygısını her zaman yaşamalı ve yaşatmalıyız…


Türk-Afgan Gönüldaşı Mevlana


Türk-Afgan Gönü Bağının Sultanı Mevlana

Evet değerli okurlar, biraz sevgi, biraz özlem ve biraz muhabbetle sizlerin huzuruna sunmaya çalıştığımız yazımızın can alıcı noktasına gelmiş bulunmaktayız.

Aslında bilinir ki, Mevlana yazılmaya başlanır, hatta devam edilir ancak asla bitirilemez. Çünkü o bitmek bilmeyen bir deryadır adeta…

O toplumların gönüllerin de her daim yüksek bir mertebeye sahip olmuştur.
Keza olmasaydı Ulu Önderimiz onun düşüncelerini, hislerini, ortaya koyduğu değerleri asla yaşatmayabilirdi… Ancak o Mevlana’yı önemli görmüş ve bize de önemli görmemizi istemişti …

Şimdi ise bu konuyla alakalı bir haber yazısına  göz atıp hala Mevlana’nın Türk-Afgan gönlünde ne kadar da bağlayıcı bir unsur olduğunu görmenizi istiyorum.
Anadolu Ajansı’nın 20 Temmuz 2010 haberi şöyledir;

Türkiye, Afganistan ile köklü kültürel ilişkileri çerçevesinde Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin Horasan'ın Belh şehrinde doğduğu baba evini restore edecek. "Sultan Bahauddin Veled Medresesinin Restorasyonuna İlişkin Proje Belgesi", Kabil Konferansı için Afganistan'da bulunan Türk Dışişleri Bakanı ile dönemin Afganistan Kültür ve Enformasyon Bakanı tarafından imzalandı. Türk Dışişleri bakanı, imza töreninde yaptığı açıklamada, Türkiye ile Afganistan'ın köklü bir ortak tarihe sahip olduğunu, ortak kültür ve kader anlayışının en önemli sembollerinden birinin Mevlana olduğunu belirtti. Mevlana'nın Horasan'ın Belh kentinde doğup eserlerini Konya'da verdiğini hatırlatan bakan, bu çerçevede Mevlana'nın doğduğu babasının evini restore edeceklerini ve bu evi daha sonra da yine Afganlı Bakanla birlikte açacaklarını bildirdi. "Afganistan'ın kaderi bizim kaderimizdir. Atatürk ile Emanullah Han arasındaki dostluk ebediyen sürecektir" sözleriyle iki ülke arasındaki ebedi dostluğun varlığını bir kez daha vurgulamıştır. Türk Dışişleri Bakanı, Mevlana'nın baba evinin yıkılmak üzere olduğunu ve bu projeyle Türkiye'nin bu evi korumaya alacağını, etrafını düzenleyerek bir külliyeye dönüştüreceğini anlattı. Türkiye'nin bu konuda tarihi bir sorumluluğu bulunduğunu söyleyen Bakan, restorasyonun ardından külliyenin işletme ve bakımının da Türkiye'nin sorumluluğunda olacağını ifade etti. Afganistan Kültür Bakanı ise Türkiye'nin desteğine teşekkür ederek, iki ülke arasındaki köklü ve tarihi ilişkilerin önemini vurguladı.

Aslında bu örnek Mevlana’nın hala gönüllerimizde taptaze yaşandığını bize bir kez daha anlatıyor. Hep sıcağız, hep kardeşiz, hep biriz Afgan milletiyle.
Gönüllerimizi sımsıkı bağlayan Mevlana’ya karşı ise çok müteşekkiriz.
Bu güzel bağ, eminim ki ebediyen sürecektir. Atatürk’ün bizlere göstermiş olduğu bu kutsal kardeşlik yolunda hep birlikte olacağız. Mevlana’nın fikirlere bu denli hitap etmesi ve de gönülleri bu denli güzelce birleştirmesi asla unutulmamalı…

Güzide toplumların birlik, beraberliğini en üst seviyede bizlere sunan Mevlana her zaman Türk-Afgan ilişkilerinde önemli bir yer teşkil edecektir.
Şanlı tarihlerimizin pırlanta zamanlarında mükemmellikler ortaya koyan Mevlana’yı asla unutmamalı, onun kardeşlik mesajlarını kendimizi düstur edinmeli, her zaman geleceğe bu saç ayaklar üstünde reel adımlarla ilerlemeliyiz.


Afganistan ile Afgan kardeşlerimizle hep aynı, düşünce iklimini paylaşma ümidiyle. Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle...

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.