Kazanmak ve Başarmak Farkı
Bunları hiç birbirinden ayrı düşündünüz mü? Bir şeyler kazanan herkes, bir şey de başarmış olur mu?
Hangisi bizim için daha önemli? Daha fazla soru sorup konuyu dağıtmaya gerek yok, o zaman haydi bu kavramların ayrıntılarına inip işin iç yüzünü anlayalım.
Kazanmak; çıkmak, isabet etmek ve ele geçirmek gibi anlamlar taşır. Yani sonuçtur, nasıl yaptığın değil, ne yaptığın önemlidir onun için. Bu da ciddi ahlaki bunalımlar barındırır içerisinde. Macchiavelli; “kazanca giden yolda her şey mübahtır.” der. Bunun öncesinde ne olmuştur, sonrasında ne olacaktır ilgilenmez. Yani sadık bir müttefikini harcayabilir veya kendi insanlarını ateşe atabilirsin kazanmak uğruna. Ayrıca hatırlatmakta fayda var, İtalya’yı Macchiavelli’nin fikirleri birleştirmedi. Kazanç kavramı doğası gereği asla uzun vadeli bir anlam ifade etmedi. Maçlar kazanıldı lig kaybedildi, savaşlar kazanıldı ülke kaybedildi… Basit bir doğa kanunudur; sürekli kazanamaz veya kaybedemezsin. En yüksek medeniyetler bile turistik harabeler olmaya mahkûmdurlar.
Başarı kazanmanın aksine belirli bir kavramla ifade edilemez bilakis bir süreci, zaman dilimini anlatır. Bu nedenle belki, amaçlanana ulaşmaktır denilebilir. Daha açık olmak gerekirse başarı inanmaktır, (ön)göremediğin bir geleceğe inanmak. Öyle ki ulaşmaya çalıştığın kıyı sisten görünmez olduğunda; onun hala orada olduğunu unutmadan, vesvese denizinde batmadan yol almak, acı çekmek, direnmek… Sonuç ne olursa olsun sorumluluğu üstlenmek, nihayetinde gururu da yenilgiyi de iliklerine kadar yaşamak. İşte işin zor yanı da bu; idare ettiğin bu gemide yalnız değilsin. Bir hedefin, bir limanın ve aynı yola baş koyduğun insanlar var, onların da emekleri, hayalleri ve arzuları var. Tıpkı milyonlarca hücrenin bir araya gelip mükemmel bir bütünü oluşturması gibi. Özveridir aynı zamanda, birlik işidir. Kazanmak ne kadar bencilse, bireyselse başarı bir o kadar ortaktır, bütündür. Kazanmak bu uzun yolun bir günü veya anı iken, başarmak ta kendisidir. Parlaktır da, gözleri kamaştırır. Bu nedenle tıpkı güneş gibi dostu da düşmanı da çoktur.

Hakkını yemeyelim kimsenin, herkes hayatında bir kez olsun iyi bir şey yapmaya, bu dünyaya güzellik katmaya azmetmiştir. Peki, tüm bu devasa iyi niyete rağmen dünya neden hala harabe halinde,nasıl? Amaç bir değil mi, herkes iyiyi istemedi mi? Evet ama ne yazık ki olay örgüsü de burada kopuyor, çünkü yollar farklı. Birisi sokağı süpürmek için fırtınaya biner evleri uçurur, birisi zahmetini göğüsler alır eline süpürgeyi bir türkü tutturur... Biri barış için savaşır, diğeri yurtta da cihanda da barışı savunur. Ne isterse istesin insan, asla niyet tek başına sonucu belirlemiyor. Tabii çok da afaki olmasın anlattıklarım, örneğin günümüzde; iyilik(!) adına insanlar yakılırken, kötüler(!) insani yardım gönderebiliyor. Ah şuan ne kadar da çok ihtiyacımız var Mevlana’nın şu öğüdünü hatırlamaya; “ ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” Er ya da geç, kazansak da başarsak da veya hiçbirini yapamasak da öleceğiz, iyisi de kötüsü de aynı mezara, aynı toprağa girecek.
Herkesin uğruna yaşayıp öldüğü bir amacı varsa madem tabii bu yazının da bir yazılış amacı vardı ve hayır benim amacım başarmayı övüp kazanmayı kötülemek değildi. Ne kadar farklı olsalar da bu ikisi bir bütündür. Ayrıca kazananlar kötü başaranlar iyi falan da demiyorum. Ama şunu diyorum:
Hayat bir yol; biz de bu yolda amaçlarımız uğruna, yöntemlerimizle ve tercihlerimizle iyiye ya da kötüye dönüşüyoruz. İşte bu nedenle olmak istediğin yerde değilsen eğer; mutlaka bir yerlerde hata yapmışsındır, kazanmışsındır ancak başaramamışsındır!
Çözüm nedir?
İnanmak, çalışmak ve kendi kendimize yetebilmek.Yöntemimiz amacımıza mutlaka uygun olmak zorunda, yani başarmak zorundayız! Öyle bir başarmalıyız ki yıkmaya kıyamasınlar.
Hiç yorum yok: